Güneşli bir ilk bahar günüydü. Anadolu işgal altındaydı. Halk yorgun ve fakirdi ama umudunda en ufak bir sarsılma yoktu. Bu ruhla meclis açıldı. Sadece bir meclis değildi bu, bir milletin doğuşuydu. Bütün millet söz vermişti Mustafa Kemal'e. Belki geri dönüş yoktu ancak asla esaret de kabul edilmeyecekti.
Kadın, genç, ihtiyar ülkenin toprağında tek bir düşman bırakmamak için dünyanın belki de bugüne kadar görmediği büyük bir inançla savaştı. Bu kararlılık emperyalistleri kahrederken bütün dost ve ezilmiş milletlere yeni bir umut olmuştu.
Nazım şöyle anlatıyordu zafere açılan kapıyı; Kuvayi Milliye'de:
"Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adini bilmiyordu
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu