Yayla zamanı bitmiş, güz gelmiş, havalar soğumaya başlamıştı.
Önce atı vurulmuştu. Bir an sendeledi ne olduğuna bir anlam veremedi. Karnındaki sıcaklığa eli gitti, sanki bedenine bir ateş düşmüştü. Durumu anlamıştı...
Mavzer kurşunu insafsızdı, merhametsizdi; yaşamak için küçücük bir ümit bile bırakmamıştı.
Kendini bir sipere attı ve silahına davrandı, ama gücü yetmedi… Bir an dostunu aradı gözleri… Ama nafile…
Belki de yaşayacaktı. Ancak o an, sanki bütün insanlar ve insanlık ölmüştü onun için…
Böyle cesur bir babayiğidi, düşmanları ancak dost diye yanından ayırmadığı birinin ihanetiyle pusuya düşürebilmişlerdi.
…………..
Ertesi gün haber bir şekilde köyüne ulaştı. Halk yola koyuldu. Yanına vardıklarında, sürünerek bir kayayı kendine siper ettiğini gördüler. Oracıkta can vermişti. Bir elinde tüfeği, diğer elinde de iyice sıktığı, yarısı kanlı bir kağıt parçası vardı.
Ölümle mücadele ederken, bir taraftan da elindeki kağıda, bir kitabe ağırlığındaki şu notu düşmüştü: “Beni ne mavzer kurşunu ne de bu dağların soğuğu öldürdü. Beni dostumun ihaneti öldürdü.”
Dedik ya, çok dostu vardı. O sırada gurbette olan, gerçek dostlarından biri, Hamza KALENDER , onun için şu satırları kaleme aldı;
“Bir name yazayım, beni dinleyin
Toplanın varisler, beni ağlayın
Irak dostlarıma selam söyleyin
Puştlukla vurdular, ona yanarım
Evimden yürüdüm, başım selamet
Paşadüz’e geldim, koptu kıyamet
Su verenim yoktu, bastı hararet
Puştlukla vurdular, ona yanarım.
Eylülün evveli, göçme zamanı
Azrail geldi mi, vermez amanı
Kader böyle imiş, ölüm zamanı
Puştlukla vurdular, ona yanarım.
Güz gelende, rüzgar yaprağı döktü
Bu yolda benim de çiçeğim soldu
Benden evvel kıratım şehit oldu
Puştlukla vurdular, ona yanarım.
Koca Selim, arka çevirdin bana.
Bu dünyada ne yapmış idim sana?
Öbür alemde, iki elim yakanda
Puştlukla vurdular, ona yanarım.
Yaz Kalenderoğlu, sen benim için
Sen soğuk yüzüme gelmedin, niçin?
Mezarıma gel, bir rahmet için
Tanganika Çölü, zalim Paşadüz
Kalleşçe vurdular, ona yanarım.”
|